Friday, March 22, 2013

Para Kazandıran İşler – Trüf Mantarı

Bu yazımızda, ülkemizin özellikle kırsal kesiminde yaşayanlara ciddi para kazandırma potansiyeli olan Trüf Mantarı Yetiştiriciliği ile ilgili bir araştırma projesinden bahsedilecektir. Araştırmanın gelmiş olduğu son aşama ve konuyla ilgili üretim çalışmaları oldukça sevindiricidir. Aşağıda yer vereceğimiz yazının aslı Dünya Gazetesi’nden alınmıştır.
Orman Genel Müdürlüğü ile Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi işbirliğinde dünyada önemli ticari potansiyeli bulunan trüf mantarının üretiminin artırılması amacıyla doğal ve yapay trüf ormanları oluşturulmasına yönelik “trüf eylem planı” hazırlanıyor.
Dünyada “siyah elmas” olarak nitelendirilen, değerli ve pahalı bir mantar türü olan trüf mantarı, aroması ve kokusunun cezbedici olması nedeniyle gurme ve üst düzey aşçılar tarafından beğeniliyor. Avrupa mutfağında önemli yere sahip olan bu mantar türü, özellikle üst gelir grubu tarafından tercih ediliyor.
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç Dr. Aziz Türkoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Kralların yiyeceği” olarak adlandırılan trüf mantarının, toprağın 5 ile 20 santimetre derinliğinde ağaç köklerinde yetiştiğini, mantarın özel eğitimli köpeklerle toplandığını söyledi.
Tadı, kokusu ve aroması ile birçok gurmenin ilgisini çeken trüf mantarının kilogram fiyatının türüne ve kalitesine göre 100 ile 3 bin avro arasında değiştiğini anlatan Türkoğlu, 2004 yılında başladıkları çalışmalar sonucunda elde edilen veriler ışığında hazırladıkları trüf mantarıyla ilgili projenin TÜBİTAK tarafından kabul edildiğini belirtti.
Proje kapsamında yaptıkları araştırmalarda Karadeniz, İç Anadolu, Ege ve Akdeniz bölgelerinde bazı trüf mantarı türlerini bulduklarını belirten Türkoğlu, “Türlerin bulunmasının ardından trüf aşılı meşe fidanları üretmeye başladık. Çalışmalarımız Orman Genel Müdürlüğü tarafından da desteklendi ve trüf ormanı oluşturulması amacıyla proje hazırlamamız istendi. Bu kapsamda Denizli’de ilk doğal ve yapay trüf mantarı ormanı oluşturduk. Şimdi ise Orman Genel Müdürlüğü ve Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi işbirliğiyle ‘trüf mantarı eylem planı’ hazırlıyoruz” dedi.
Kısa süre sonra tamamlayacaklarını eylem planı ile Türkiye’nin hangi bölgesinde hangi tür doğal trüf ormanları bulunduğunu tespit ederek koruma altına almayı planladıklarını bildiren Türkoğlu, ayrıca uygun ortamlara aşılanmış meşe fidanlarını dikerek ekonomik getirisi iyi olan trüf ormanları oluşturmayı planladıklarını kaydetti.

Trüf Mantarının Dünyada 6 Milyar Dolar Ticaret Hacmi Var

Proje kapsamında ilk doğal trüf mantarı ormanının Denizli’de oluşturulduğunu, sırasıyla Muğla, Antalya ve İzmir’de dikimler yapacaklarına işaret eden Türkoğlu, şunları söyledi:
“Dünyada trüf üretiminin yüzde 45′ini Fransa, yüzde 35′ini İspanya, yüzde 20′sini İtalya yapıyor. Dünyada 6 milyar dolarlık ihracat hacmi olan trüf mantarı pazarından hak ettiğimiz payı almak istiyoruz. Ülkemiz sahip olduğu iklim, toprak yapısı ve coğrafyası ile Avrupa’nın toplam üretime denk gelen trüf mantarı yetiştirme potansiyeline sahip. Çalışmamızla ülkemizin trüf mantarı potansiyelini ortaya çıkararak hak ettiğimiz payı almak istiyoruz. Çalışmamızın ülkemizin geleceğinde önemli rol oynayacağına inanıyorum.”
Türkoğlu, projede ABD ve Avrupa’dan 5 bilim adamının da yer aldığını belirterek, projenin en önemli ayağının eğitim çalışmaları ile vatandaşları bilinçlendirmek olduğuna dikkati çekti.
Türkoğlu, üniversite ile sanayi iş birlikteliğiyle Ar-Ge çalışması yaparak aşılı trüf fidanı üretilmesini sağladıklarını, bu çalışmanın projenin çok önemli bir bölümünü oluşturduğunu vurgulayarak, şunları söyledi:
“Çünkü doğal olarak bulunan ve ekonomik getirisi iyi olan türlerin bir şekilde ekonomiye kazandırılması, kırsal alana kazanç kapısı olması gerekiyor. Üniversite ile sanayi işbirliğinde şu ana kadar 5 bin civarında fidan ürettik. Meşe fidanları geliştiriyoruz. Önümüzdeki dönemde bunun patentini de alıp daha büyük ölçekte üretmeyi düşünüyoruz. Çünkü yurt dışından gelen trüf aşılı fidanların istilacı türler olma ihtimali var. İstilacı türlerin ülkemize gelip mevcut doğal türlerimize zarar vermesini istemiyoruz. Türkiye’ye gelen türlerin aşılı olup olmadığını kontrol eden bir mekanizma yok. Bununla ilgili düzenlemeleri de hazırlayıp Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na sunacağız. Çünkü gelen fidanlar hem çok pahalı hem tohumları ülkemize ait değil.”

Karadeniz’de Kilosu 500 Avro Olan Trüf Mantarı Türü Var

Türkoğlu, önümüzdeki yıldan itibaren fındık fidanlarında trüf aşılama çalışması yapacaklarını, çünkü Karadeniz Bölgesi’nde kilosu 500 avro olan trüf mantarı türü bulunduğunu anlatarak, şöyle konuştu:
“Dünyanın en önemli fındık üreticisi olan ülkemizde 700 bin hektar doğal fındık alanı var. Fındıkların köklerinde bazı trüf mantarı türleri bulunuyor. Fakat insanlarımız bunu bilmiyor. Fındığın kilosu 8 ya da 10 lira, ama kökünde bulunan mantarın kilosu 500 avro. Farkında olmadığımız çok büyük bir kazanç. İyi bir planlamayla bu bölgeler trüf bahçesi haline getirilebilir.”
Türkoğlu, eylem planının birkaç hafta içerisinde tamamlanarak Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na teslim edileceğini ifade etti.


Alıntı Kaynağına Gitmek İçin Tıklayın.

“Geleceğimle ilgileniyorum, çünkü hayatımın geri kalanını orada geçireceğim.”
  
                                            Charles Arthur

Girişimci ve Kumarbaz

Eğer yeni şeyler denemeye açık ve o güne kadar yapılmamış bir şeyleri deneme cesaretiniz var ise, çoğu kez çevrenizdekiler tarafından yöneltilen şu eleştiriye maruz kalırsınız.. “Hayatın İle Kumar Oynuyorsun.” Ya da “Artık Küçük Değilsin; Bırak Bu İşleri!” Pekiyi ama, gerçekten böyle mi? Girişimcilik, kumarbazlık mıdır? İşte bu sorunun cevabını, Dünya Gazetesi’nden aldığımız aşağıdaki enfes yazıda bulabilirsiniz..    

“Girişimcilik Bir Kumar mı?

Deneme ve başarma için gereken cesaret, hem girişimcide hem de kumarbazda mevcuttur. Ancak, kumarbaz çoğu zaman cesaretini içgüdüleri ve şansından alırken, girişimci ise ürün ve pazarıyla ilgili bilgi, deneyim ve birikiminden alır.
Çoğu zaman girişimcilerin kumarla aralarının iyi olduğu düşünülür. İşlerinin büyük bir parçasının risk almaya endeksli olması kumarbazı ve girişimciyi benzer karakterde gösterir. Her iki profilin de amacı para kazanmaktır. Para kazanmak için ise risk almaları şarttır. Oysa, girişimci ve kumarbazın risk almaya yaklaşımları tamamen farklıdır. Girişimci kar amacı güden girişimini büyütmek amacıyla başlatır. Bir şeyleri yaratmaktan, üretmekten, daha önce olmayan bir ürünü veya hizmeti var etmekten keyif alır, yola çıktığı iş fikrini fark yaratan insanların ihtiyaç duyduğu bir ürün haline getirmek girişimciye gurur verir. Girişimciliğin ille de kar amacı güden şirketlerle kısıtlanması doğru olmaz; bugün sosyal girişimciler hiç akla gelmeyen ufacık yardımların devasa amaçlara hizmet ettiğinin en güzel örneğini oluşturmakta. Belki de daha basit ancak geniş bir tanımla girişimciyi ‘iş fırsatlarını arayan, zaman, para ve diğer kaynaklarını bu fırsatları değerlendirmek üzere seferber eden kişi olarak nitelendirmek daha doğru olur.
Peki, kumarbaz kimdir? Kumarbaz bahislere giren, şansına güvenerek kazanmayı uman kişiye denir. Klasik kumarbaz tanımına uyan kişi kumarhanenin kurallarıyla kumarhaneye karşı oynar ve çok düşük şansını kazanca dönüştürmeyi hayal eder. Kuralları kumarhane yönetiminin koyduğu düşünülürse, çoğu zaman kaybeder. Kumarbaz ille de kumarhanede kumar oynamak zorunda değildir, üstelik kumarhanede bile birçok farklı oyun mevcuttur.
Şimdi asıl sorumuza dönelim: Girişimci kumarbaz mıdır? Tek kelimeyle hayır. Kumarbaz şansa dayalı risk alırken, girişimci bilgiye dayalı risk alır. Girdiği sektörü, işi iyi bilmesine rağmen elinde olmayan öngörülemeyen nedenlerden işleri ters gidebilir. Her şeyi hesaplamasına ve öngörmesine olanak yoktur. Tabii ki böyle durumlarda şansın büyük bir önemi vardır ancak hiçbir zaman kumarbaz gibi varını yoğunu şansa teslim etmez. Memurdan farklı olarak girişimci risk almaktan çekinmez, kumarbazdan farklı olarak ise; iyi hesaplanmış riskler alır.
Risk almak hastalık haline gelirse…
Financial Times yazarı Lucy Kellaway’e göre, kumar finans sektöründe bir meslek hastalığından gerçek bir bağımlılığa dönüşebiliyor. Londra’da her hafta gerçekleşen Anonim Kumarbazlar toplantısında; her toplantıda bir bankacı gözyaşları içinde ne kadar para kaybettiğini anlatıyor. Kimi işinde yönetmekle sorumlu olduğu portföyde bulunan müşterilerinin paralarını riskli finansal enstrümanlara yatırarak, kimi de risk almaktan aldığı hazzı iş dışına web bazlı kumarhanelere taşıyarak gecede 100 binlerce sterlin kaybediyor. Bu kumar düşkünlüğü kimi profesyonellerin işten atılmasına, evliliğinin yıkılmasına ve tabii emeğiyle kazandığı birçok paranın uçup gitmesine sebep oluyor. Az sayıda patolojik kumar bağımlıları yardım almayı kabul ederken, büyük çoğunluk kendini her kayıptan sonra yeniden kazanacağına inandırıyor ve bağımlılığını daha da derinleştiriyor.
Köpek ve Kurt arasındaki Saat (The Hour Between Dog and Wolf) kitabında yazar John Coates’un analizine göre, risk alındığında beyin çok büyük miktarlarda dopamin üreterek insanın mutlu ve motive hissetmesine neden oluyor. Adeta uyuşturucu bağımlıları gibi, piyasada kağıt alım satımı yapan finansçılar bu riskin verdiği hazzı devam ettirmek için hep daha fazla risk almanın peşinde koşuyorlar. Para kazanıp kaybetmenin ötesinde risk almaya bağımlı oluyorlar. 
Bağımlılık alanında uzman Henrietta Bowden-Jones’a göre, patolojik kumarbazların bağımlılık hikâyesinin 3 ana kökeni mevcut. Bazıları için durum genetik, kumara düşkünlük aileden geliyor. Diğerlerinin çocukluklarında yaşadıkları bir travma yüzünden kumara bağımlılık duymaya başlıyorlar. Finansçı kumarbazların çoğu ise 3.kategoriye düşüyor: Bowden-Jones bu profesyonellerin beyinlerinin farklı çalışmasından kumar düşkünü haline geliyorlar. Büyük paraları kaybetme riski ve kazanma şansı onlara başka hiçbir şeyde bulamadıkları heyecanı veriyor.
Mesele sağduyulu girişimci olmak
John Hopkins Üniversitesi, İşletme Fakültesi öğretim görevlisi ve Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Philip Phan’a göre, girişimciler kumarbaz değiller. Girişimciler ne zaman risk alacağını bilen, tekrar denemesi gerekip gerekmediğini saptayabilen ve zararını en aza indiren profesyoneller. Phan’a göre, herkesin fikir üretecek potansiyeli var ancak sadece girişimci kafasına sahip kişiler bir adım daha ileri giderek o fikri ekonomik bir fırsata çevirmeyi başarıyor.
Girişimci bir fikri ürüne veya hizmete dönüştüreceği süreçte belli riskler alması gerektiğini bilir. Ancak girişimcinin amacı ilk etapta varını yoğunu aynı oyuna koyup ya hep ya hiç demek değildir. Amacı, kayıpları limitlediği, insani ve finansal kaynak kullanımını maksimuma çıkardığı bir model yaratmaktır. Bu sayede, başarısız olan fikirden minimum düzeyde zarar görerek yeni fikirlere geçebilir.
Profesör Phan’a göre, sağduyulu girişimci kısa evredeki planlarında esnek hareket edebilen, belirsizlikler çok olsa bile, mantığı ve önsezileri doğrultusunda karar alabilen kişidir. Gerçek girişimcinin hızlı öğrenmenin avantajlarını kavramış olması ve buna paralel olarak hatalarının maliyetini en aza indirebilmesi gerekir. Kimi zaman bu kısa süreye odaklı kararlar işin gidişatında önemli rol oynayacak, pazar konumlanmasını, pazara giriş ve çıkışı tayin edecektir. Girişimcinin, zamanının ve ürününün içinde bulunduğu pazarın dinamiklerine tam anlamıyla vakıf olması gerekir. Phan’a göre, girişimcilerin iki büyük belirsizliği en iyi şekilde yönetmeleri gerekir. Biri pazarın, diğeri ise ürünün kabul edilirliği. Bu belirsizlikleri bertaraf etmek için belli alternatifler mevcuttur: İlki konumlandırma opsiyonudur; burada girişimcinin karar vermesi gereken var olan bir ürünü hangi yeni pazarlarda satacağıdır. İkinci alternatif, içinde bulunulan pazar için yeni ürünler geliştirmektir. Bir diğer seçenek ise, yeni ürünler ve yeni pazarlar için hizmet ve ürün geliştirmektir. Girişimci için en zorlu olan pazarın ve ürünün yeni olduğu bu durumdur. Burada dikkat edilmesi gereken girmek istediğiniz piyasada markaları oturmuş dünya devi rakiplerin olmamasıdır.

Girişimci başarısızlığı yönetebilir

Harvard Business Review’de yayınlanan bir makaleye göre, girişimcilerin başarısızlığı yönetmek konusunda eğitime ve yönlendirmeye ihtiyaçları var:
Girişimcilerin riske ve muhtemel başarısızlıklara karşı belli ilkeleri benimsemiş olmaları gerekir.
Bunların başında kimi zaman başarısız olmayı iş yapmanın bir parçası olarak kabul etmek gelir. Israil, Tayvan ve İzlanda gibi girişimciliğin oldukça yaygın olduğu ülkelerde işlerin erken evrede başarısızlığa uğraması olağan görülür. ‘Başarısızlıklar erken gelir, başarılar ise zaman alır, sabretmek gerekir.’ İşin ilk aşamalarında meydana gelen başarısızlıkları öğrenmek için fırsat olarak görmek, nerede yanlış yapıldı, iş planını, modelini, takip edilmesi planlanan süreçleri nasıl revize etmek gerekli gibi soruları cevaplamaya yönelmek gerekir. Bu erken evrede yapılan hataları vakit çok geç olmadan ve en az maddi-manevi zararla atlatmak ve projeyi olgunlaştırmak kısa sürede düzeltmek ve bu süreçte de yeni yöntemleri uygulamak gerekecektir. Bazen ise, bir kapının kapanmasına, yenilerine açılmasına vesile olacaktır.
Başarısız girişimlerin riskini azaltmak için yapısal engeller ortadan kalkmalı.
Birçok ülkede girişimcilik, iflas durumunda devreye giren uygulamalarla cezalandırılır. Örneğin, iflas eden girişimcilerin tekrardan iş kurmaları engellenir. Hatta banka hesabı açmalarına bile izin verilmez. İflasın maliyeti yeni girişimcilerin gözünü korkutur. Bir diğer konu çalışanları koruyan ve işçileri işten çıkarmayı zorlaştıran yasalardır. Girişimciler eleman alırken, işler büyüdükçe, çalışanlarının sayısını arttırırken daha tutucu bir yaklaşım sergilerler.

Başarısızlığı aşın

Düşünülenin aksine girişimciler umarsız kumarbazlar değiller. Tabii ki belli yenilikleri hayata geçirmek için risk almak kaçınılmazdır. Ancak yapılması gereken işler kötü gittiği takdirde durumu büyümeden, hızla ve en az maddi kayıpla sonlandıracak bir çıkış planı oluşturmaktır. Böylece, fazla zaman ve enerji kaybetmeden yollarına devam edebilirler. Üstelik ufak düşüşler çok daha az kişi tarafından duyulacak, utanç ve prestij kaybına neden olmayacaktır. Hükümet ve özel kurumlar bu alanda eğitimler düzenleyerek girişimcilere riski ve olası başarısızlıkları nasıl yönetebilecekleri konusunda yol gösterebilirler. Başarısızlığı her yeni işin normal bir sonucu olarak görmek, onunla mücadelede strateji geliştirmeye yardımcı olabilir.
Girişimcilik Deneme Cesaretiyle Başlar
Kral maiyetini önemli bir görev için sınamak istemiş. Birçok güçlü ve akıllı adam etrafına toplanmış. Kral onları bugüne kadar görüp görecekleri en kocaman kapının önüne getirerek şöyle söylemiş: “Siz akıllı insanlar, benim bir sorunum var ve hanginizin bunu çözebileceğini görmek istiyorum. Burada krallığımdaki en büyük ve en ağır kapıyı görüyorsunuz. Hanginiz bunu açabilirsiniz?”
Saray mensuplarından bazıları açamayız der gibi başlarını sallamış. Diğerleri, çevresindekilere göre daha akıllı sayılanlar, kapıyı daha yakından incelemiş, fakat onlar da açamayacaklarını kabul etmişler. Bu akıllı insanlar böyle söyleyince saraylılar sorunun çözülemeyecek kadar zor olduğunda fikir birliğine varmışlar.
Sadece bir vezir kapının yanına giderek onu şöyle bir gözden geçirmiş ve elleriyle yoklamış, açmak için çeşitli yolları denemiş, en sonunda kuvvetle yüklendiğinde ağır kapı açılmış. Meğer kapı zaten tam kapalı değilmiş ve açmak için deneme isteği ve yüreklilikle davranma cesaretinden başka bir şey gerekmiyormuş.
Kral vezire şöyle demiş: “Sadece gördüğün ve işittiğine bağlı kalmadan, kendi gücünü devreye soktuğun ve denemeyi göze aldığın için saraydaki görevi sen alacaksın.”
Deneme ve başarma için cesaret, hem girişimcide hem de kumarbazda mevcuttur. Fark kumarbazın çoğu zaman cesaretini içgüdüleri ve şansından, girişimcinin ise, ürün ve pazarıyla ilgili bilgi ve deneyim birikiminden almasıdır.”



Ders alınmış başarısızlık başarı demektir.
                         Malcomb S. Forbes


Alıntı Kaynağı: http://kazananlarkulubu.biz/2013/03/girisimci-ve-kumarbaz/ 
 

Sunday, March 3, 2013

Titan Saadet Zinciri ve Mega Holding



Birkaç hafta önce yazmış olduğumuz “Network Marketing Şirketleriyle Titan Saadet Zincirlerini Nasıl Ayırt Ederiz?” başlıklı yazımızı hazırladığımız dönemde karşılaştığımız ve konu aldığı Mega Holding firmasına dair haklı ve ciddi eleştiriler getirirken, bütün bir network marketing camiasını da aynı kefede değerlendirme hatasına düştüğünü değerlendirdiğimiz bir yazıyı bugün blogumuza almak istiyoruz. Genelleme o kadar büyük ki, yazının daha başında yazılan;
Bu titan zincirlerinin adı ‘Network Marketing’. 
Network Marketing esasen ‘pazarlama’ işi yapıyormuş gibi gözüken ‘bir titan zinciri’.” ifadeleri yazının başlangıcından hemen sonra çok büyük bir hataya düşüldüğünün göstergesi olmaktadır. Oysa ki, yazının ilk cümlesinde yer alan, “Cemal Adem, Network Marketing adı altında titan zinciri oluşturan şirketleri ifşa ediyor...” ifadesi yazıyı yazanların ‘network marketing’ ile ‘titan zinciri’ arasındaki farkları bildiği ve ikisini birbirinden ayrı tuttuğu izlenimi vermektedir. Ancak yazarımızın, makalenin girişinde yazdığı konularda biraz kafa karışıklığı yaşadığı anlaşılsa da makalenin geri kalanında vurguladığı konularda kesinlikle haklı olduğu görünmektedir.
Evet, bu değerlendirmeden sonra yazının kendini aşağıya alıyoruz..

“Mega Holding Bir Titan Zinciri mi?

Cemal Adem, Network Marketing adı altında titan zinciri oluşturan şirketleri ifşa ediyor...

Bu yazımızda, dünyada olduğu gibi ülkemizde de yayılan ‘ticari’ görünümlü ‘titan’ zincirlerini ifşa etmek istiyoruz. 
Bu titan zincirlerinin adı ‘Network Marketing’. 
*** 
Network Marketing esasen ‘pazarlama’ işi yapıyormuş gibi gözüken ‘bir titan zinciri’ . 
Sisteme üye olmak için -ihtiyacınız olmasa da- bir ürünü satın almak zorunda kalıyorsunuz. 
Şirketin pazarladığı ürünü satın almanızın amacı ise diğer ‘saf ve çalışmadan kolay yoldan zengin olma hayalleri kuranları’ sisteme dahil edip onların üzerinden para kazanmak. 
Sakın yanlış anlamayın. 
Bu bir ticaret değil. 
Zira ürünü diğer insanlara pazarlarken bile ürünü övmekten ziyade zincire dahil olarak ne kadar zengin olunabileceğinden dem vuruluyor. 
Yani bu bir titan zinciri fakat  ‘ticari’ bir maskeyle kendisini hem gizliyor hem de kanunen korunmuş oluyor. 
Özetle, katılımcıların esas amacı ‘’ticaret’’ yapmak değil ‘’sisteme üye kazandırmak’’,  saadet zincirinin büyümesini sağlamak. 
*** 

Mega Hldg. bu işi yapan parazit kurumlardan biri. 

Sistemleri ise şöyle işliyor: 
Adamın biri size geliyor ve web sitesi kurum paketini KDV’siyle 280 dolara satmaya çalışıyor. 
Elbette sattığı üründen çok bu ürünü satın alınca başlayacak olan ‘üyelik sistemini’ ve sistemin getireceği muhteşem zenginliği anlatıyor. 
Bu arada sakın yanlış anlamayın. Size site falan dizayn etmiyorlar. 
Sadece sitenin ismini satın alıp size nasıl site kurulacağını öğretiyorlar. En basit şekliyle. 
Kısacası 500TL böyle bir ürün için çok çok fazla. 
Zaten amaç da ‘ticaret’ yapmak -yani web sitesi kurum sektörüne girmek- değil. 
Siz 280 doları,  ileride zincire ekleyeceğiniz üyelerden kazanacağınız paraların hayaliyle ödüyorsunuz. 
Yoksa amacınız gerçekten adınıza site yaptırmak olsa bu adamların yaptırdığı siteyi 100TL’ye yaptırabilirsiniz. 
**** 
Diyelim 280 dolara ürünü aldınız ve ‘’üye’’ oldunuz. 
Ondan sonra, sizden 2 kişiye daha ürünü satarak üye yapmanız isteniyor. 
2 üyeye 560 dolarlık malı sattığınızda size 20 dolar veriyorlar. 
Bu 2 üye de başka üyeler bulup ‘zinciriniz’ toplam 10 üyeye ulaştığında 160 dolar kazanıyorsunuz. 
Cebe indirdikleri para 2800 dolarken size 160 dolar veriyorlar. 
Ama diyorlar ki sabret kazanan sen olacaksın. 
Bu böyle devam edip sizin zinciriniz ne kadar büyürse o kadar çok para kazanmış oluyorsunuz. 
Zinciriniz 250 üyeye ulaştığında ise bonus 1000 dolar veriyorlar. 
Ve zincir büyüdükçe kazancınızın ‘matematiksel’ olarak milyon dolarlara kadar gelebileceği hayaliyle özellikle gençleri avlıyorlar. 
Her üye olan kişi de diğer kişilere ürünü satarken ‘bu hayalleri’ pazarlıyor, ürünün kendisini değil. 
*** 
Lakin bu zinciri ancak belli bir azınlık büyütüp para kazanırken (yani piramitin en üsttekileri) geri kalanların çoğu pes ediyorlar ve şirkete kazandırdıkları binlerce dolarla saf dışı kalıyorlar. 
Kısaca sistem böyle işliyor. 
Ve bu zavallılar sanki bir ticaret yapıyorlarmış gibi mutlular… 
Utanmadan da amacımız hiç çalışmadan çok para kazanmak diyebiliyorlar… 
Boş hayallerle de özellikle üniversite gençlerini ağlarına düşürüyor ve üsttekiler büyük vurgun vuruyorlar. 
Alttakiler ürünü satıyor, satış yapıyor. Piramidin üstündeki ‘beyefendiler’ ise aynı bir parazitin başka bir canlının üzerinden beslendiği gibi başkalarının alın terlerinden semirtiyorlar. 
Sonra da ticaret adamı sıfatıyla geziniyor, konferanslar veriyor, kitaplar yazıyorlar. 
*** 
Ayrıca, gençleri kandırmak için büyük otellerde şatafatlı sunumlar yapıyorlar. 
Bu sunumları da başarılı olmuş birkaç kişiye yaptırıyorlar. 
Sunucular nasıl rahat bir yaşam sürdürdüklerini, bütün gün hiç çalışmadan paranın  banka hesaplarına aktığını, aldıkları arabaları, seyahat ettikleri ülkeleri ballandıra ballandıra anlatıyorlar. 
Utanmadan da gerçekten! üretim yapan çiftçi, öğretmen, esnaf gibi grupları fazlaca emek sarf etmelerine rağmen kazandıkları az paradan ötürü aşağı görüyorlar. 
Bakın biz hiçbir şey yapmadan, yattığımız yerden onlardan çok daha fazla kazanıyoruz diye böbürleniyorlar. 
Onları dinleyen fakir ve hayal dolu üniversite öğrencileri de gaza geliyor ve hayallerindeki rahat yaşama ulaşma arzusuyla sisteme dahil oluyorlar. 
Lakin çoğu kısa bir süre sonra sistemden ayrılmak zorunda kalıyor. 
*** 
Zira ‘üyeler’ sisteme her yılın başında 280 dolar ödemek zorunda. 
Yani  zincirleri 40-50 üyeyi  bulsa bile ancak ödedikleri bedeli çıkarabiliyorlar. 
Tabii bu da ticaretin bir parçası!!!?  
O olağanüstü web sitesinin tekrar gözden geçirilmesi için ödenen bedel.. 
Yoksa üyelik bedeli değil!!! 
Böylece zaten otomatik olarak birçok kişi tekrar bu bedeli ödeyemeyerek sistemden ayrılmak zorunda kalıyor..O ayrılanların kazandırdıkları üyelerin parası da piramidin üstündekilerin cebine akmış oluyor. 
Yazık bu insanlara.. 
Parazitten bile düşükler ama kendilerini göklerde görüyorlar. 
Yazık.. 

Bu hayal tacirlerini devletin uyanıp durdurması mutlaka ve mutlaka zorunludur. 

*** 
İblis’in, Adem babamızı ve Havva annemizi sonsuz bir krallık ve zenginlikle kandırması gibi bu şeytani varlıklar da özellikle gençleri zenginlik ve rahat yaşam vaatleriyle kandırıyorlar. 
İnsanoğlunun zaaflarından biri fazla çalışmadan rahat bir yaşam sürme arzusu. Buna ben ‘cenneti dünyaya taşıma sendromu’ diyorum. 
İşte kolay yoldan cennete ulaşmak isteyenler de bu tuzağa düşüyorlar.  
*** 
Özetle; 
Ticarette bir mal ihtiyaç sebebiyle veya başkasına tekrar satmak için alınır. Oysaki bu sistemde mal, malın kendisine duyulan ‘gerçek’ bir ihtiyaç sebebiyle satın alınmamakta. 
Amaç zincire dahil olabilmek ve bu zinciri büyütebildiğin kadar büyütebilmek. 
Kanunlardan kendilerini korumak için ‘ürün’ satışı yapıyor gözüküyorlar. 
Ama aslen ‘üyelik’ ücreti alıyorlar. 
Kısacası bu ticaret yapıyormuş gibi gözüken sistem aslında piramit titan zincirinden başka bir şey değildir. 
Bu tuzaklara düşmeyelim. 
İnsan için en güzel şey alnının teriyle kazandığı helal paradır…”

Alıntı Kaynağına Gitmek İçin Tıklayınız.



Yalan, dört nala gider; gerçek, adım adım yürür. Fakat gene de vaktinde yetişir.
Norveç Atasözü





Özgürlüğe Giden Yolda Buluşmak Dileğiyle..

İçerik Yaratıcılığı ve Blogger Olmak



Daha evvel yazdığımız ‘Geleceğin En Popüler Meslekleri’ başlıklı yazımızda; geleceğin meslekleri arasında gösterilen mesleklerden birinin de “İçerik Yaratıcılığı” olduğunu belirtmiştik. Pekiyi içerik yaratıcılığı nedir, hiç düşündünüz mü?
Her ne kadar pek çok yerde yazılsa, çizilse ve konuşulsa da, konuyu Google amcaya sorduğumuzda, ilk birkaç sayfada çıkan sonuçlarda bir cevap bulamadık maalesef. Ve biz de, bu sıradan blogumuzda konuya dair birkaç kelam edelim dedik.
İçerik Yaratıcılığı Nedir?
İçerik yaratıcılığının en kısa tarifini “Bilgi Üretmek”, “Bilgi Üreticiliği” olarak verebileceğimizi düşündürdü bize okuduklarımız. Konuyu araştırmaya başladığımızda; bizim için önemli olan, internet ortamında İçerik Yaratıcılığı (dijital içerik üretimi) konusuna odaklanmıştık. Ancak, konunun bu noktaya indirgenebilecek kadar dar ve sığ olmadığını görmüş olduk araştırmalarımızda. Bu noktada konuyu daha iyi anlayabilmemizi sağlayan APPLE’in kurucusu Steve JOBS’un bir mülakatından alıntı yapmak istiyoruz.
Vermiş olduğu mülakatta, Apple’ın sözünü ettiği dönemdeki en büyük rakibi IBM’i anlatırken söyle diyordu Steve JOBS:
“Milyarlarca dolarlık IBM’in, temel hatası zaman zaman büyüyen her şirket gibi APPLE’da da görülen bir hataydı...

Bu şirketler iyice büyüdükten bir süre sonra, onları esas büyük yapan ‘içerik yaratıcıları’ndan yavaş yavaş arınmaya başlarlardı...

Çünkü şirket büyüdükten sonra, daha büyümesinin yolu, satış ve pazarlamadan geçiyordu...

Satış ve pazarlamada iyi olan elemanlar şirket içinde bir süre sonra yükselmeye başlıyorlardı...

Bu durum doğal görünüyordu, çünkü onlar gelir getiren elemanlardırlar...

Oysa satış ve pazarlamacıların bir temel eksiği vardır...

O da üretilen ürünle ilgili esasen hiçbir şey bilmezler...

Ürünün içeriğini, ne olduğunu, niye öyle olduğunu bilmezler, çünkü o içeriği onlar yaratmazlar...

Sadece satışını ve pazarlamasını yaparlar ve onu iyi yaptıkça dev şirketlerin tepe noktalarını ele geçirirler...

Bir süre sonra dev şirketlerde gerçek üreticiler yani içerik yaratanlar devre dışı kalırlar...

Şirketler gelir getiriyor gözüken satış ve pazarlama elemanlarının fiili egemenliği altına girer...

Bu durum IBM’in en büyük hatasıydı... Biz APPLE’da o zamanlar yarattığımız içerikle kendimizden kat kat büyük şirketi alt etmeyi başardık...”
Evet, Steve JOBS’un sözlerinden de anlaşıldığı üzere “İçerik Yaratıcılığı = Bilgi Üreticiliği”dir. Her ne kadar Steve JOBS, konunun şirketleri ilgilendiren yönünden bahsediyor olsa da, aynı şeyler biz bireyler için de geçerli değil midir? Çağımız için ‘Bilgi Çağı’ terimi kullanılmıyor mu? Elbette bilgi üretmekten bahsederken, Apple Firmasının ürettiği bilginin aynısını üretmekten bahsetmiyoruz. Bizi ilgilendiren, en basit şekliyle düşündüğümüzde, insanlara küçük de olsa bir değer katacak her hangi bir bilgiden bahsediyoruz. Hali hazırda var olan bilgiyi işleyerek bu güne kadar ortaya konmamış ya da yayınlanmamış bilgiyi üretip paylaşmaktan bahsediyoruz. Aslında blogculuk / bloggerlik dediğimiz olay da tam olarak böyle bir iş değil mi? Eskiden paylaşacak bilgisi olanlar kitap yazarlardı, şimdilerde ise blogculuk / bloggerlik yapıyor, blog yayınlıyorlar..
İşte dijital içerik üretimi olarak tarif edebileceğimiz bloggerlikten bahsettiğimiz bu noktada, konunun her geçen gün nasıl önem kazandığını örneklemesi açısından birkaç gün önce ulusal bir gazetenin ekinde yer alan habere aşağıda yer vermek istiyoruz.
“ Kotondan Blogger Yarışması.
Son dönemde markaların, bloggerler ya da sosyal medyada çok sayıda takipçisi olan kişilerle çalışmaları artarak devam ediyor. Koton da bugünlerde benzer bir çalışma içinde. “Koton Bloggerini arıyor” projesi kapsamında yapmanız gereken tek şey moda hakkında kaleme aldığınız blog yazılarını kotonblog @koton.com.tr adresine göndermek. 15 Mart’a kadar gönderdiğiniz yazılar, Vogue editörü Yaprak ARAS ve Koton Jürisi tarafından değerlendirilecek. Değerlendirme sonucunda finale kalan 10 kişinin yazıları ise Koton’un blogunda yayınlanarak oylamaya sunulacak. Birincinin ödülü ne mi? Koton’un resmi bloggeri seçilmek ve markanın sunduğu kişiye özel moda workshoplarına katılma hakkı.”
Evet, şayet sizin de her hangi bir konuda, insanlarla paylaşmak istediğiniz bilginiz varsa bize ulaşın. Bilgiyi yaymanın ve yayınlamanın çok kolaylaştığı ve ucuzladığı günümüzde, siz bilgiyi üretebiliyorsanız biz yayınlamayı ve yayınladığınız bu bilgiden de para kazanmayı öğretiyoruz. Günümüzde üretilen bilgiyi yayınlamak birkaç “tık”tan ibaret.. Yeter ki siz üretin..

“Eğer İşiniz başka hiçbir şeye zaman bırakmayacak kadar yoğunsa yanlış giden bir şeyler var demektir; sizinle yada işinizle ilgili.”
J. H. Boetcker